Göz kapakları ağırlaşmış, bilinci yavaşça yerine geliyordu. Berwick, tanıdık olmayan bir tavana bakarken nerede olduğunu anlamaya çalıştı. En son hatırladığı, Zindan Gardiyanı'na indirdiği son yumruk ve ardından gelen kör edici beyaz ışıktı. Steril oda kokusu ve düzenli bip sesleri, bir revirde olduğunu anlamasını sağladı. Başını hafifçe çevirdiğinde, endişeli yüzlerle karşılaştı.
"Uyandı!"
Bu ses Akemi'ye aitti. Yanı başında sadece o değil, Alchio ve Hyogaki de vardı. Sınavdaki yeni yoldaşları... Hepsinin yüzünde bir rahatlama ifadesi belirdi. Biraz daha ileride ise tanıdık ama bir o kadar da endişe verici yüzler duruyordu: Hocaları Kane, Takeshi, Tomo ve Stella Hasegawa.
"Evlat, iyi misin?" Kane'nin gür sesi, diğer sesleri bastırdı. Her zamanki sert ifadesinin altında derin bir endişe yatıyordu.
Berwick boğazını temizleyerek doğrulmaya çalıştı ama vücudundaki hafif sızı buna engel oldu. "İ-iyiyim sanırım... Ne oldu?"
Stella öne çıktı, yüzünde hem gurur hem de endişe vardı. "Sınavı geçtiniz Berwick. Hem de ne geçmek! Zindan Gardiyanı'nı resmen... yok ettin."
"Beklediğimiz gibi," dedi Takeshi, kollarını göğsünde kavuşturmuştu ama gözlerindeki takdir ifadesi saklanamazdı. "Ama biraz fazla ileri gittin."
Tomo ekledi, sesi her zamankinden daha ciddiydi. "O güç patlaması... Kontrolünü kaybedebilirdin. Kendine ciddi zararlar verebilirdin."
Berwick kaşlarını çattı. Son anları hatırlamaya çalıştı. Öfke, acı ve tükenmişliğin sınırındaki o kontrolsüz güç... Hocaları haklıydı.
Alchio araya girdi, gözleri hala hayranlıkla parlıyordu. "İnanılmazdı Berwick! O gücü daha önce hiç görmemiştim! Gardiyan'ı resmen paramparça ettin!"
Hyogaki gözlüklerini düzelterek onayladı. "Analizlerime göre, o anki gücün en az 4 yıldızlı bir Gardiyan seviyesindeydi. Belki daha bile fazla..."
Berwick bu sözler karşısında biraz şaşırdı. Kendi potansiyelinin farkındaydı ama bu kadarını beklemiyordu. Ailesinden miras kalan bu güç... Hem bir lütuf hem de bir lanetti.
Akemi merakla sordu, "Bu kadar gücü nasıl kontrol edebiliyorsun? Ailenden mi geliyor? Gerçekten izlemesi korkutucuydu."
Berwick hafifçe gülümsedi, biraz da mizahi bir tavırla konuyu geçiştirmeye çalıştı. "Eh, diyelim ki ailem biraz... enerjikti. Babam Kurosaki, yerinde duramayan zevzek tiplerdenmiş. Annem... babamın anlattığına göre o biraz sessiz ama asabi bir tipmiş, Kardeşlerim deseniz, biri buz kraliçesinden halli, diğeri kitap kurdu bir sportmendi… Ben de işte bu karışımın ortasında, biraz fazla değişik şeylerle doğmuşum sanırım. Bunun gibi bir ailede hayatta kalmak için güçlü olmak zorundaydım değil mi hahahaha... " Bu kısa ve komik özet, odadaki gergin havayı biraz dağıttı, herkes hafifçe tebessüm etti.
Ancak Kane'nin yüzü tekrar ciddileşti. "Gülüp eğleniyoruz ama bu işin şakası yok evlat. Sınavı hazırlayan o yozlaşmış müfettiş tutuklandı. Sınav kurallarını kendi çıkarları için değiştirmiş. Normalde 'son takım kalana kadar savaşma' gibi bir kural yoktu. Ana ışık özütlerini bulmanız gerekiyordu."
Stella devam etti, "Müfettişin seninle bir bağlantısı olabileceğini düşünüyoruz. Belki de ailenden dolayı... O güç patlamasını hissetmiş ve seni bir tehdit olarak görmüş olabilir. Ya da belki de seni kendi tarafına çekmek istedi."
Berwick'in içini bir anlığına soğuk bir his kapladı. Ailesinin başına gelenler, Gardiyanlar içindeki gizli düşmanlar... Tehlike henüz geçmiş değildi. Touga'nın son sözleri aklında yankılandı. Ne olursa olsun amacını unutmamalıydı.
Tomo, Berwick'in omzuna elini koydu. "Bu yüzden dikkatli olmalısın Berwick. Bu gücü uluorta sergilemek, hem Gardiyanlar içindeki kötü niyetli kişileri kendine çekebilir, hem de farkında olmadan vücuduna kalıcı zararlar verebilirsin. Ether'ini kontrol etmeyi öğrendin ama bu seviyedeki bir güç farklı. Sınırlarını bilmelisin."
Berwick başıyla onayladı. Hocalarının uyarılarını dikkate alacaktı. Bu güç, kontrol edilmesi gereken tehlikeli bir silahtı.
Birkaç saatlik dinlenme ve kontrollerin ardından Berwick taburcu edildi. Yaraları Lisa'nın şifa büyüsü kadar olmasa da Gardiyan revirindeki ileri teknoloji sayesinde hızla iyileşmişti. Üzerine temiz kıyafetlerini geçirdi. Sınavdan kalma yırtık pırtık giysileri gitmiş, yerine basit ama temiz bir set gelmişti. Arkadaşları ve hocalarıyla vedalaştıktan sonra revirden ayrıldı. Stella, ona yeni Gardiyan kimliğini ve rozetini törende alacağını söyledi.
Revirden çıkar çıkmaz ilk durağı belliydi: Halası Yui ve küçük kardeşi İllya. Onları 8 aydır görmüyordu, o korkunç geceden beri. Kalbi biraz buruk, biraz da endişeliydi. Touga'nın arabasını kullanıyordu hala, kendi aracı gibi olmuştu artık. Halasının tanıdık evinin önüne geldiğinde derin bir nefes aldı. Kapıyı çaldı.
Kapıyı açan halası, onu gördüğünde ilk başta duraksadı. Karşısındaki genç adam tanıdık geliyordu ama aynı zamanda yabancıydı. Berwick artık 18 yaşındaydı ve geçen bir yıllık zorlu eğitim, ardından gelen sınav ve travmatik olaylar onu hem fiziksel hem de zihinsel olarak değiştirmişti. Yüzü daha keskin hatlara sahipti, vücudu bir savaşçınınki gibi yapılıydı ve gözlerindeki o eski tasasızlık gitmiş, yerine daha derin, tecrübe dolu bir bakış gelmişti.
"Buyurun? Kime bakmıştınız?" diye sordu Yui, karşısındaki yapılı genç adama dikkatle bakarak.
Berwick hafifçe gülümsedi. "Hala, benim, Berwick."
Yui'nin gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Elini ağzına götürdü. "Berwick? Aman Tanrım! İnanamıyorum! Bu sen misin?" Gözleri hızla Berwick'in değişen yüz hatlarında, daha yapılı omuzlarında gezindi. "Ne kadar... ne kadar farklı görünüyorsun! Adam olmuşsun resmen!" Gözleri dolmuştu, hızla Berwick'e sarıldı. "Hayatım, seni o kadar özledim ki! Ama bu halin ne? Üzerindekiler? İyi misin?"
Berwick de halasına sıkıca sarıldı. "İyiyim hala, sadece uzun bir yolculuktan geldim diyelim."
İçeri girdiklerinde, salonun ortasında yerde oturmuş, elindeki tablettle ilgilenen, artık ilk gençlik yıllarına adım atmış bir kız çocuğu vardı. İllya... 12 yaşındaydı ve geçen süre zarfında belirgin şekilde büyümüştü. Saçları uzamış, çocuksu hatları yerini daha belirgin ifadelere bırakmıştı. Gürültüyle başını kaldırdı ve abisini gördü. Gözlerinde karmaşık bir ifade belirdi; hem bir sevinç pırıltısı hem de abisinin bu kadar farklı görünmesinin yarattığı bir şaşkınlık ve belki de geçmişin getirdiği bir çekingenlik vardı. Hızla ayağa fırlayıp sarılmak yerine, tabletini yavaşça kenara bıraktı ve ayağa kalktı.
"Abi..." Sesi, eskisi gibi çocuksu değildi, biraz daha olgunlaşmıştı.
Berwick şaşkınlıkla karışık bir sevinçle kardeşine yaklaştı. "İllya... Vay canına, sen de çok değişmişsin. Boyun ne kadar uzamış."
İllya başını hafifçe salladı, gözleri hala abisinin üzerindeydi, onun bu yeni halini anlamlandırmaya çalışıyordu. "Sen de... çok farklısın abi." Küçük bir adım atıp abisinin karşısında durdu. Berwick için bu kabul ediş bile dünyalara bedeldi.
Halası gözyaşlarını silerek yanlarına geldi. "Oturun hadi, size güzel bir çay yapayım."
Üçü birlikte oturdular. İllya, abisinin yanına, koltuğun kenarına ilişti, ara sıra kaçamak bakışlarla onu süzüyordu. Yui, çayları getirirken Berwick'e döndü. "Anlat bakalım Berwick. Neler yaptın bunca zaman? O günden sonra... bir daha haber alamadık senden." Sesi titriyordu.
Berwick derin bir nefes aldı. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Touga'nın ölümü, Gardiyan olma kararı, hocalarıyla geçirdiği cehennem gibi bir yıllık eğitim, hayati sınav, Zindan Gardiyanı ile olan savaşı... Hepsini teker teker anlattı. Halası onu dinlerken yüz ifadesi sürekli değişiyordu; şaşkınlık, korku, sevinç, gurur ve tekrar korku... Anlattıkları inanılmazdı. İllya da sessizce dinliyor, abisinin anlattıkları maceralarla gözleri büyüyor, zaman zaman endişeyle ona bakıyordu.
"...ve işte Gardiyan oldum. Haftaya törenden sonra ilk görevimi verilecekmiş. Biraz uzun sürebilirmiş. Ayrıca 1 senedir de sizi göremediğimden ve…" İllyanın kafasını nazikçe okşadı. "özlediğimden gelip görmek istedim." diye bitirdi sözlerini Berwick.
Yui bir süre sessiz kaldı. Gözleri hem gururla hem de endişeyle parlıyordu. "Bizde seni özledik…Gardiyan ha... Baban, ablan ve abin gibi... burada olsalar seninle ne kadar gurur duyardı... Ama bir o kadar da endişelenirlerdi.." Elini Berwick'in omzuna koydu. "Kendine dikkat et olur mu evlat? Bu yol tehlikeli."
Berwick başıyla onayladı. "Biliyorum hala. Ama bunu yapmalıyım. Başkalarının aynı acıyı yaşamasını engellemek istiyorum. Ayrıca sizleri koruyabilmek için güçlenmekte istiyorum." İllya, abisinin bu kararlı sözlerini duyduğunda endişeyle ve hayranlıkla ona baktı.
Halası ve İllya ile vedalaştıktan sonra Berwick'in aklında tek bir kişi vardı: Lisa. Onu da görmesi gerekiyordu. Hastaneye, Oritron'a doğru yola çıktı. Ancak resepsiyona sorduğunda aldığı cevap onu şaşırttı: Lisa Von Lieberti taburcu olmuştu.
"Ne zaman taburcu oldu?" diye sordu Berwick, endişeyle.
"Birkaç gün önce efendim," dedi resepsiyonist. "Ailesi gelip aldı."
Berwick'in içine bir kurt düştü. Neden ona haber vermemişti? Telefonunu çıkarıp Lisa'yı aradı ama telefon kapalıydı. Tekrar tekrar denedi, sonuç aynıydı. Bir terslik olduğunu hissediyordu. Lisa'nın ailesi onu pek sevmiyordu, o günden sonra Berwick'i suçlamışlardı. Acaba Lisa'yı bir yere mi kapatmışlardı?
Hiç vakit kaybetmeden Lisa'nın evine doğru sürdü. Şehir merkezine yakın, mütevazı bir apartman dairesiydi. Kapıyı çaldı. Kapıyı Lisa'nın annesi açtı. Kadın, kapıdaki yapılı, sert bakışlı, tanımadığı genç adamı görünce kaşlarını çattı.
"Buyurun? Kime bakmıştınız?"
"Ben Berwick," dedi genç adam, sesi sakindi ama gözlerinde bir kararlılık vardı. "Lisa'yı görmeye geldim."
Kadının yüzündeki ifade anında değişti. Şaşkınlık yerini öfkeye bıraktı. Berwick'in ne kadar değiştiğini ancak şimdi fark etmişti. "Berwick mi?! Senin... senin burada ne işin var?!" Sesi titriyordu. "Olanlardan sonra hangi yüzle kapımıza geliyorsun?!"
"Lisa'yı görmem gerek," dedi Berwick, sakin kalmaya çalışarak. "Telefonu kapalı, merak ettim."
"Lisa burada değil," dedi kadın sertçe. "Ve seni görmek istemiyor! Kızımın başına gelenler senin yüzünden!"
Tam o sırada içeriden bir ses duyuldu. "Anne? Kim geldi?" Bu Lisa'nın sesiydi!
"Lisa!" diye bağırdı Berwick.
Kapı aralığından Lisa belirdi. Gözleri Berwick'i görünce şaşkınlıkla büyüdü. O da Berwick'in değişimini hemen fark etmişti. Yüzünde bir sevinç ifadesi belirdi ama annesinin ve hemen arkasında beliren öfkeli babasının sert bakışları altında bu ifade soldu. Şimdi 23 yaşındaydı ve yüzündeki ifade daha olgun, yaşadıklarının izlerini taşıyan bir haldeydi.
"Abi! Git buradan!" İçeriden koşan küçük bir elf kızı, Lisa'nın küçük kardeşi olmalıydı, Berwick'i itmeye çalıştı. Lisa'nın babası öne çıktı.
"Sana gitmeni söyledik! Kızımızdan uzak dur!" dedi adam bağırarak.
Berwick ne yapacağını bilemiyordu. Aile resmen onu istemiyordu. Tam arkasını dönüp gidecekken, Lisa aniden ailesinin arasından sıyrılıp koşarak dışarı fırladı ve Berwick'e sımsıkı sarıldı.
"Berwick!" diye fısıldadı, sesi titriyordu. "Gideceğini sandım!"
Lisa'nın annesi ve babası şok içinde kalakalmışlardı.
Berwick ve Lisa, apartmanın yakınındaki küçük bir parka oturdular. Lisa hala Berwick'in koluna sıkıca tutunuyordu, sanki bırakırsa tekrar kaybolacakmış gibi.
"Neden telefonun kapalıydı? Neden haber vermedin?" diye sordu Berwick yumuşak bir sesle.
Lisa içini çekti. "Annemler... O günden sonra çok değiştiler. Seni suçluyorlar. Hastaneden çıktığımdan beri beni evden dışarı çıkarmıyorlardı, telefonumu da aldılar. Seninle görüşmemi istemiyorlar." Gözleri dolmuştu. "Sanki bir mahkum gibiyim."
Berwick öfkelenmişti ama Lisa'yı sakinleştirmeye çalıştı. Elini tuttu. "Ben buradayım artık. Seni yalnız bırakmayacağım." Lisa, Berwick'in elini sıkarken ona dikkatle baktı.
"Çok değişmişsin Berwick," dedi fısıltıyla. "Yüzün... Gözlerindeki o ifade... daha sert, daha... yorgun. Ama aynı zamanda daha güçlü. O bir yılda neler yaşadın böyle?"
Berwick, halasına anlattığı gibi, başından geçen her şeyi Lisa'ya da anlattı. Gardiyan oluşunu, zorlu eğitimini, sınavı, gücünü... Lisa onu hayranlıkla, endişeyle ve şefkatle dinledi.
"Demek…"dedi Lisa, buruk bir gülümsemeyle. "Gardiyan oldun..."
"Evet…Senin hayalini çalmış gibi oldum." dedi Berwick.
Lisa başını eğdi. "Artık hayalim değil sanırım... Annemler asla izin vermez.Ayrıca güçlerimi düzgün kontrol eedemiyorum…"
Bir süre sessizce oturdular. Sonra Lisa başını kaldırıp Berwick'in gözlerinin içine baktı. Yanakları kızarmıştı.
"Berwick... Sana söylemem gereken bir şey var." Derin bir nefes aldı. "Ben... Seni seviyorum. Hem de çok seviyorum. Seni düşünmeden edemiyorum. Zeki olman, komik olman bazen sinir bozucu olmandan ötürü değil. Seni sen olduğun için seviyorum. Ve bu hissin artık içimde kalmasını istemiyorum."
Berwick donakaldı. Bunu beklemiyordu. Lisa'nın ona karşı hisleri olduğunu biliyordu ama onca yaşanan şeyden sonra bu kadar açık bir itiraf beklemiyordu... Kalbi hızla çarpmaya başladı. Daha önce hiç hissetmediği bir duygu içini kapladı. 23 yaşındaki olgun bir kadının bu itirafı, farklı bir ağırlık taşıyordu.
"Lisa... Ben..." Ne diyeceğini bilemiyordu.
Lisa gülümsedi. "Bir şey söylemek zorunda değilsin. Sadece bilmeni istedim."
Berwick, Lisa'nın elini daha sıkı tuttu. Derin bir nefes aldı. "Lisa... Benimle gelmeni istiyorum."
Lisa şaşkınlıkla ona baktı. "Ne?"
"Gardiyan Şirketi'nin yakınında yeni bir ev tuttum," dedi Berwick. "Tek başıma kalmak istemiyorum. Yanımda olmanı istiyorum. Birlikte... yeni bir başlangıç yapabiliriz."
Lisa'nın gözleri parladı. Ama sonra tereddüt etti. "Ama annemler..."
"Onlarla konuşuruz. Gerekirse karşı çıkarız." dedi Berwick kararlılıkla. "Seni zorla tutamazlar! Hem reşit bir insansın kendi kararlarını verebiliyor olman lazım."
Lisa bir süre düşündü. "Hadi Lisa…" Sonra yüzünde kararlı bir ifade belirdi. "Tamam," dedi. "Seninle geliyorum Berwick."
O gün Lisa, ailesinin tüm itirazlarına rağmen birkaç parça eşyasını toplayıp Berwick ile birlikte yeni evlerine taşındı. Küçük ama modern, Gardiyan Şirketi'ne yürüme mesafesinde bir daireydi.
Aradan geçen bir hafta, Berwick ve Lisa için hem bir sığınak hem de yeni normallerine alışma süreci olmuştu. Birlikte evi yerleştirmiş, geceleri parkta sessiz yürüyüşler yapmış, birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışmışlardı. Berwick, Gardiyanlık görevlerine hazırlanmak için gizlice hocalarıyla antrenmanlarına devam ederken, Lisa da yaşadığı travmanın etkilerini atmaya ve yeni hayatına adapte olmaya çalışıyordu. Birlikte geçirdikleri bu bir hafta, ikisine de uzun zaman sonra ilk defa huzur ve umut vermişti.
Ve sonunda büyük gün gelmişti: Gardiyan Katılım Töreni.
Tören, Gardiyan Şirketi'nin devasa ana salonunda yapılıyordu. Salon tıklım tıklımdı; yeni Gardiyan adayları, aileleri, üst rütbeli Gardiyanlar ve Çoklu Evrenler Konsey Kurulu üyeleri... Atmosfer hem heyecanlı hem de ciddiydi.
Tören, sınavın bir özetiyle başladı. Dev ekranlarda sınavdan görüntüler gösterildi; adayların mücadeleleri, karşılaştıkları zorluklar, yaşanan kayıplar... Ölen adayların isimleri anıldığında salonda hüzünlü bir sessizlik oldu. Berwick elini yumruk yaptı ve sıkıca sıktı. Müfettişe çok sinirliydi. Ardından sınavda ilk 10'a giren adayların isimleri ve başarıları açıklandı. Berwick, Alchio, Akemi ve Hyogaki'nin isimleri de bu listedeydi. Zindan Gardiyanı'nı alt etmeleri büyük bir başarı olarak görülmüştü.
İlk 10 sıradaki adaylar sahneye çağrıldı. Çoklu Evrenler Konsey Kurulu'nun yaşlı ve bilge üyeleri, tek tek her bir adayı tebrik etti ve onlara yeni Gardiyan rozetlerini ve onur belgelerini takdim etti. Sıra Berwick'e geldiğinde, Konsey'in en kıdemli üyesi, Başkan Soran, ona doğru bir adım attı. Yüzünde bilge ama delici bir ifade vardı.
"Nichiyobi Berwick..." dedi Başkan Soran, sesi salonda yankılanıyordu. "Babanın ve kardeşlerinin mirası omuzlarında ağır bir yük… Ama aynı zamanda büyük bir potansiyel… Sınavdaki performansın Konsey'in dikkatinden kaçmadı... Bu rozet sadece bir sembol değil, aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. Onu onurlandıracağına ve doğru yolda kullanacağına inanıyoruz."
Berwick, Başkan'ın gözlerinin içine baktı. Adamdaki Ether aurası idrak edilemeyecek ve şakaya gelemeyecek derecede muazzam bir boyuttaydı… Berwick hem hayran olmuş hem de saygı duymuştu. "Teşekkür ederim, Başkan Soran… Elimden gelenin en iyisini yapacağım!" Kısa ama kararlı bir cevaptı. Rozetini aldı ve yerine geçti. Kalabalığın arasında hocalarının gururlu bakışlarını gördü. Stella ona göz kırptı.
Rozet töreninin ardından sıra üniformalara geldi. Berwick, babasının eski üniforması yerine kendisine verilen yepyeni, parlak kırmızı Gardiyan üniformasını giydi. Kırmızı üniforma, özel savaş birimlerine veya yüksek potansiyelli çaylaklara veriliyordu. Alchio mavi, Hyogaki yeşil, Akemi ise pembe renkli standart üniformalarını giymişlerdi. Bu renklerin özel bir anlamı olmasa da, genellikle başlangıç ekipmanlarıydı. Aynadaki yansımasına bakan Berwick, üzerine tam oturan kırmızı üniformasıyla kendini hiç olmadığı kadar güçlü ve kararlı hissediyordu.
Sonrasında yeni ekipler tanıtıldı. Berwick, kendisi gibi ilk 10'a giren Alchio, Akemi ve Hyogaki ile aynı ekipteydi. Bu onu sevindirmişti, en azından tanıdık yüzler vardı. Ekipte ayrıca tanımadığı üç kişi daha vardı: İkisi enerjik ve meraklı görünen genç kız Kiko ve Hana, diğeri ise sessiz ve gizemli duran,Ren denen siyah üniformalı bir gençti. Siyah üniforma da kırmızı gibi özel bir durumdu ve genellikle istihbarat veya özel operasyon birimlerine aitti.
Ekip üyeleri tören sonrası kendilerine ayrılan bekleme alanında bir araya geldi.
"Vay canına, hepimiz aynı ekipteyiz!" dedi Alchio neşeyle. "Bu harika! Bence lider belli, değil mi?" diyerek muzipçe kendini işaret etti. Gözleri parlıyordu.
Akemi gözlerini devirdi. "Hiç sanmıyorum, Prens Buzlu Kafa. Bence liderlik Berwick'e verilmeli. Sınavda Gardiyan'ı tek başına indirdiğini unutmayalım."
Hyogaki gözlüklerini düzeltti. "Mantıksal olarak, Berwick'in savaş potansiyeli ve liderlik vasıfları en yüksek görünüyor. Ancak Alchio'nun alansal savaş deneyimi ve taktikleri, Akemi'nin uzun menzil desteği de önemli. Ren'in yeteneklerini henüz bilmiyoruz. Kiko ve Hana'nın da..."
Kiko atıldı, enerjik bir şekilde. "Biz de buradayız! Destek ve şifa konusunda iyiyizdir!" Hana yanında başıyla onayladı.
Berwick araya girdi. "Liderlik için acele etmeye gerek var mı? Önce birbirimizi tanımamız ve nasıl çalıştığımızı görmemiz gerek. Şimdilik hepimiz eşitiz. Bunu bence ilk görevimizden sonra konuşalım."
Ren sessizce başını salladı, hala pek konuşmuyordu.
"Peki o zaman," dedi Hana gülümseyerek. "Bir ismimiz olmalı, değil mi? Havalı bir şey?"
Kiko hemen fikirler üretmeye başladı. "Evet! Mesela... Gölge Avcıları! Ya da Yıldırım Takımı!"
Akemi yüzünü buruşturdu. "Biraz klişe değil mi?"
"Belki daha... aydınlık bir isim?" dedi Hana düşünceli bir şekilde. "Yaptığımız iş karanlık olabilir ama biz umudu temsil etmeliyiz."
"Lumine?" diye önerdi Kiko. "Latince 'ışık' demek. Hem kulağa hoş geliyor."
Hana'nın gözleri parladı. "Evet! Lumine Takımı! Bence harika!"
Alchio Heyecanlı ve neşeli bir şekilde baktı. "Uuuu Lumine mi? Bana uyar. Güzel isimmiş." Hyogaki de onayladı. Berwick ve Ren de itiraz etmedi. Böylece, yeni kurulan ekibin adı "Lumine" oldu.
Tam bu sırada Başkan Soran, yeni Gardiyanların toplandığı alana doğru ilerledi. Yanında birkaç Konsey üyesi daha vardı. Başkan, kürsüye benzer bir platforma çıktı ve salondaki tüm yeni Gardiyanlara hitap etti.
"Genç Gardiyanlar," dedi Başkan Soran, sesi hem güçlü hem de babacan bir tondaydı. "Bugün, Çoklu Evrenler Gardiyanları ailesine resmen katıldığınız gün. Bu, büyük bir onur ama aynı zamanda daha da büyük bir sorumluluktur." Salonda bir sessizlik oldu, herkes dikkatle dinliyordu.
"Bizim görevimiz nedir?" diye sordu Başkan, retorik bir tavırla. "Bizler, sayısız evren arasındaki hassas dengeyi korumakla yükümlüyüz. Bilinmeyeni keşfeder, anlayamadığımızı araştırır ve evrenlerimizi tehdit eden karanlığı temizleriz. Amacımız, yaşamın var olabildiği her köşede barışı ve düzeni sağlamaktır."
Başkan duraksadı, gözleri salondaki genç yüzlerde gezindi. "Bu devasa görevi yerine getirebilmek için farklı uzmanlık alanlarına ayrıldık. Aramızda cesur kaşifler var; onlar Keşif Ekipleri olarak yeni dünyaların kapılarını aralar, bilinmeyenin haritasını çıkarırlar. Genellikle mavi üniformalarıyla tanırsınız onları." Salonda birkaç mavi üniformalı genç gururla gülümsedi.
"Sonra Araştırma Ekiplerimiz var," diye devam etti Başkan. "Onlar, keşfedilen bilgileri analiz eden, evrenlerin sırlarını çözen, teknolojiyi ve bilgiyi ileri taşıyan beyinlerimizdir. Genellikle beyaz veya Yeşil tonlarındadırlar."
"Ve tabii ki," dedi Başkan, sesi biraz daha vurguluydu, "Temizleme Ekipleri... Sizler, kalkanımız ve kılıcımızsınız. Evrenler arası tehditlerle doğrudan yüzleşen, kaosu düzene çeviren, gerektiğinde zor kararlar almaktan çekinmeyen birimimizsiniz. Kırmızı ve siyah gibi özel üniformalar genellikle bu birimin en tehlikeli görevlerinde yer alanlara verilir, ancak her renkten Gardiyan bu kutsal görevde yer alabilir seçim sizindir." Başkan, Berwick ve Ren'e kısa bir bakış attı.
Kalabalıktan bir ses yükseldi. "Başkanım, peki ya şu yıldız seviyeleri? Nasıl işliyor?"
Başkan Soran gülümsedi. "Merakınızı anlıyorum. Gardiyanlıkta 1'den 10'a kadar yıldız seviyesi vardır. Bu, sizin tecrübenizi, yeteneklerinizi ve görevlerdeki başarınızı gösteren bir ölçüttür. Her Gardiyan 1 yıldızla başlar ve zamanla görevlerini tamamladıkça yükselir. Ancak şunu bilmelisiniz ki, içinizdeki Ether'i kullanamayan veya özel bir yeteneği olmayanlar için bu yolculuk genellikle 4. yıldızda bir sınıra ulaşır."
Başka bir genç aday sordu. "Peki ya özel yetenekleri olanlar?"
"Onlar için sınır yok," dedi Başkan kararlılıkla. "Doğru eğitim, azim ve görev bilinciyle 5, 6, hatta 10 yıldıza kadar ulaşabilirler. Potansiyeliniz, sizin iradenizle şekillenecek."
Hyogaki elini kaldırdı. "Başkanım, 10 yıldıza ulaşınca ne oluyor? Bu son seviye mi?"
"10. yıldıza ulaşmak," dedi Başkan Soran, sesi saygı uyandırıyordu, "Bir Gardiyan için en büyük başarılardan biridir. Ancak yolculuk orada bitmez. 10. yıldıza ulaşan ve Konsey tarafından belirlenen son derece zorlu, özel bir görevi başarıyla tamamlayanlar, Çoklu Evrenler Konseyi'ne katılmaya aday olurlar. Konsey, tüm Gardiyan operasyonlarını yöneten, evrenler arası politikaları belirleyen en üst mercidir. Ancak bu mertebeye ulaşmak, nesiller boyu süren adanmışlık ve eşsiz bir başarı gerektirir."
Başkan Soran konuşmasını bitirirken salondaki gençlere son bir kez baktı. "Unutmayın, Gardiyan olmak sadece güç ve yetenek demek değildir. Aynı zamanda adalet, fedakarlık ve sarsılmaz bir irade demektir. Şimdi gidin ve bu üniformanın hakkını verin!"
Alkışlar eşliğinde Başkan Soran ve Konsey üyeleri platformdan indi. Yeni Gardiyanlar heyecanlı ve biraz da gergindi.
Son olarak, her yeni Gardiyan'a üzerinde çeşitli fonksiyonları olan (iletişim, navigasyon, acil durum sinyali vb.) Evren Saatleri dağıtıldı. Bu saatler aynı zamanda Gardiyanların kimlik ve yetki seviyelerini de gösteriyordu. Ayrıca biyolojik kimliklerini koruduğu için herhangi bir zaman sıçramasından bünyeleri etkilenmiyor.
Kısa bir süre sonra Stella, Lumine Takımı'nın yanına geldi ve ilk görev emirlerini içeren tableti Berwick'e uzattı.
"Hazır mısınız çaylaklar?" dedi gülümseyerek. "İlk göreviniz AC-045, namı diğer TechnoTokyo bölgesinde. Bölgede anormal Ether okumaları ve kayıp raporları var. Bir araştırma ekibi gönderilmişti ama onlardan da haber alınamıyor. Durumu kontrol etmeniz ve gerekirse müdahale etmeniz gerekiyor."
TechnoTokyo... İsmi bile teknolojik bir kabusu çağrıştırıyordu.
"Oraya nasıl gideceğiz?" diye sordu Alchio. "Evren Treni mi?"
Stella gülümsedi. "Hayır. Zamanımız kısıtlı. Siz Temizleme Ekibi olarak daha hızlı yöntemler kullanacaksınız." Eliyle yakındaki özel bir hangarı işaret etti. "Solucan deliği jeneratörünü kullanacaksınız."
Ekip üyeleri birbirlerine baktılar. Solucan delikleri tehlikeli ve kontrolü zor olarak bilinirdi. Bu, ilk görev için oldukça riskli bir başlangıçtı.
Ekip, teçhizatlarını ve yeni aldıkları Evren Saatlerini kontrol ettikten sonra hangara doğru yürüdü. Hangarın ortasında devasa, uğuldayan bir makine duruyordu. Teknisyenler son ayarlamaları yapıyordu.
Makine çalıştırıldığında, önünde girdap gibi dönen, renkli ve kararsız bir portal açıldı. Solucan deliği...
Berwick ekibine döndü. Yüzünde gergin ama kararlı bir ifade vardı. "Hazır mısınız?"
Alchio meçini kontrol etti. "Hazırım." Akemi yayını sırtına astı. "Hazırım." Hyogaki hançerlerini sıkıca tuttu. "Hazırım." Kiko ve Hana başlarıyla onayladılar. Ren sessizce başını eğdi.
"O zaman..." dedi Berwick ve solucan deliğine doğru bir adım attı. "Gidiyoruz!"
Ekip üyeleri tek tek girdabın içine adım attılar. Berwick ise en son girendi. Arkasına, bu yeni başlangıca kısa bir bakış attıktan sonra, bilinmeyene doğru adımını attı. Girdabın içine çekilirken hissettiği son şey, uzay-zamanın bükülmesinin baş döndürücü hissiydi.
Bir süre sonra berwick gözlerini açtığında takım arkadaşlarıyla birlikte koskoca aşırı teknolojik bir şehrin ortasında kendisini buldu. Etrafta uçan arabalar, dijital ekranlar ve teknolojinin getirdiği kaotik kara bir hava vardı. Etrafa bakınırken berwickin içgüdüleri bir anlığına devreye girdi.
"Dikkat edin Millet!" Bir anda yukarıdan kendilerinin olduğu yere dev bir metal parçası saplandı. Berwick önceden takımı uyardığı için herkes kıl payı kurtulmuştu. Sonrasında yukarıdan aşağıya birkaç tane robot ve arkasında duran 3 siber punk tarzı giyinmiş bir eleman belirdi.
Alchio yutkundu ve robotlara sonrada arkadaki 3 elemana baktı. "Galiba bizi sevmediler gibi ha? Ne dersiniz çocuklar?"
Ren Uzun kara fakat içinde garip ışıltılar olan kılıcını kesesinden çıkarttı. Silahı kendi gibi sıra dışı duruyordu.
"Konuşmayı kesip, kendimizi korumaya çalışsak daha iyi olmaz mı?"
Alchio şaşkın bir tonla Rene baktı. "Aman Tanrım! Sen konuşabiliyorsun! Ben seni hep Dilsi-"
Berwick kızgın bir tonla Robotlara karşı gard almış şekilde çelik kılıcını çıkarttı ve savaş pozisyonu aldı."Alchio! Şu an zevzekliğin sırası değil! Gerçekten buz kafalının tekiymişsin ayrıca savaş pozisyonunu al artık! Herkes! Hemen!"
Herkes savaş pozisyonunu aldı. Berwick sertçe arkadaki 3 elemana bakarken adamların arasında uzun siyah trenç kotlu ve takım elbiseli bir eleman belirdi.
"Gardiyanlar… Tam vaktinde geldiniz…" Takım elbiseli gizemli adam Berwicke bakarak sırıttı.
"Öyleyse…Başlayalım."