Çölde esen sıcak rüzgâr, kum tanelerini gözlerime uçuşturuyordu. Ensemden aşağı akan terler beni rahatsız ederken, olduğum yerde kımıldamadan durmam gerekiyordu. Bedenim zorlu koşullara alışmıştı. Kendimi bildim bileli zorlu görevlerden bir diğerine sürüklenmiştim. Fakat çölde yakıcı güneşin altında her şey çok daha fazla zorlaşıyordu. Uyuşan bacağımı kumların üstünde dairesel hareketler yaparak açmaya çalıştım. Tam o sırada gözüme bir hareketlilik ilişti. Kumdan tepelerin arkasından, egzoz dumanı gördüm.
Elimi kulaklığıma götürüp, "Hedef görüş alanımda." Dedim.
Tepelerin ardından çıkan dört tır yol boyunca ilerlemeyi sürdü. Dürbünümle yolun diğer tarafına baktım. Diğer taraftan da zırhlı bir araç görünmüştü. Tırlar ve zırhlı araç karşı karşıya gelince iki taraf da durdu.
"Sevkiyat gerçekleşiyor."
Zırhlı aracın içerisinden elinde ağır silahlı askerler çıktı. Bu askerlerden ikisi kamyonların arkasına geçip kasaları kontrol ettiler. Ardından üstlerine onaylayan bir ifadeyle baş işareti yaptılar.
"Dört tır dolusu silah ve mühimmat, bölgedeki terör gruplarına teslim edildi." Diye bilgi verdim kulaklığıma.
"Tamamdır, uzaklaşabilirsin."
Verilen emir üzerine yavaşça geri çekildim. Üzerimdeki kamuflaj kıyafetlerin ağırlığıyla eşyalarımı toparladım ve büyük bir dikkatle bölgeyi terk ettim. İki kilometre ileride beni bekleyen araca binince üzerimdekilerden hızla kurtulmaya çalıştım.
"Tahmin ettiğimiz gibi, insani yardım adı altına bölgeye giren bu tırlar aslında ağır silah taşıyor. Bölgedeki karışıklığı beslemek üzere terör gruplarına dağıtılıyor."
Aracı çalıştıran Bayram bana yan bir bakış atarken, torpidodan bir mendil çıkarıp uzattı. "Küresel güçler bu coğrafyayı karıştırmayı ne zaman bitirecek acaba?"
"Bir gün elbet." Dedim ben de derin bir iç çekerken. "Hadi, hava kararmadan gidelim." Dedim üstümü tamamen değiştirdiğimde. Silah ve ekipmanlarımı da aracın gizli bölgesine koymuştum. Bayram aracı çalıştırıp yola çıktı.
Nihayet çöl tozlarını ardımızda bırakıp taş duvarlı çiftliğe vardık. Bu çiftlik Fas'lı zengin bir iş adamına aitti. Burayı kendimizi gizlemek için kullanıyorduk. Burası şehirden uzaktaydı ve yıllardır kimsesiz bir bahçıvan tarafından idare ediliyordu. Komutanımız birkaç yıl önce buraya Fas'lı iş adamının yeğeni olarak gelmişti. Bahçıvan öyle biliyordu en azından. Fas'taki ajanlarımızın hepsi buranın yerlileri gibi Arapça konuşabiliyordu. Onlara ben de dahildim. Dil bilmek, bulunduğumuz bölgenin kültürüne hâkim olmak bizim için en önemli şeydi.
Bayram, kapıdaki bahçıvana Arapça selam verip Ali'nin yerini sordu. Bahçıvan en son atlarla ilgilendiğini söyledi. Teşekkür edip içeri girdik ve arabayı ahıra en yakın yere park edip indik.
"İşimi seviyorum ama belli bir yaştan sonra sahada görev yapmak insanı zorluyor. Şöyle emrinde çalışacak birkaç kişi olacak, sen de çiftlikte onları yönlendireceksin… Özenmiyor değilim." Dedi Bayram. Söylediklerine hak vererek gülümsedim. Hareketli hayatımı sevsem de insan arada bir konforlu yaşamı da özlüyordu.
Ahırdan içeri girdiğimizde gübre ve saman kokusu burnuma doldu. İstemsizce elimi burnuma götürüp kapattım. Geldiğimizi fark eden Ali, kahverengi bir atla ilgilenirken omzunun üstünden bize kısa bir bakış attı.
"İşiniz erken bitmiş."
Elimi hemen indirip hazır ola geçtim. "Evet, efendim."
"Bir şey bulabildiniz mi?" diye sordu. Gördüklerimi bütün ayrıntılarıyla bildirdim. Ali, hiçbir şey demeden sessizce dinledi.
"Anlaşıldı, bu bilgiyi gerekli yerlere ileteceğim. İyi iş çıkardınız."
"Sağ ol." Dedik Bayram ile aynı anda.
İlgilendiği at ile işi biten Ali, atın başını okşayıp ağzına şeker verdikten sonra bize doğru ilerledi. İstifimizi bozmadan karşıya bakarken önümüzde durdu. Sıcak bir ses tonuyla, "rahat." Dedi.
"Size vermem gereken bazı haberler var." Dedi Ali. Sesi nedense huzursuz çıkıyordu. Bir süre söyleyeceklerini toparlamak için bekledi. Atların kişnemeleri ve toynak sesleri dışında ortam sessizdi.
"Fas'taki görevimiz sonlandırıldı. Ankara'ya çağırıldık. Bize yeni bir görev vermeyi düşünüyorlar."
"Görevin içeriği belli mi?" diye sordum. Fas'ta işleri sonunda yoluna sokup bir düzen sağlamışken aniden yerimizin değiştirilmesi şaşırtıcıydı. Buraya gönderilecek yeni ekibin insanlar tarafından kabul edilmesi uzun zaman alacaktı. Yıllar sonra dikkatleri üzerimizden atmayı başarmışken bu ani görev değişikliğini sebebini anlayamamıştım. Kafam karışsa da verilecek her türlü görevi üstlenmeye hazırdım.
"Hayır, henüz değil. En azından bana bildirilen bir şey yok. Gidince anlayacağız."
Bayram başını sallarken dudaklarının kenarında beliren yorgun gülümseme, içindeki özlemi ele veriyordu. "Buraya alışmış olsam da ülkemi özledim. Yenilik her zaman güzeldir." Ali dudağının kenarıyla Bayram'ın söylediklerine gülümsedi. Yine de gözlerindeki tedirginliği sezdim.
"Hadi, çok geç olmadan siz de evinize gidip toparlanın."
Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından şehir merkezine ulaşmıştık. Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu. Bayram pazarın biraz ilerisinde durup yorgunluktan açamadığım gözlerime baktı. "Sen burada bekle, dikkat çekmemek için pazardan birkaç eşya alayım." Dedi. Konuşacak halim olmadığı için başımı sallayarak onu onayladım sadece. Gözlerimi daha fazla açık tutamadım ve kapanmalarına müsaade ettim. Kapanan kapının sesinden Bayram'ın arabadan indiğini anladım. Güneşin batmasıyla birlikte hava da serinlemişti. Üzerim ince olduğu için üşümeye başlamıştım. Zihnim uykunun kollarına kendini bırakmak için çoktan hazırdı.
Tamamen uykuya dalmış değildim fakat tamamen uyanık da değildim. Uyku ile uyanıklığın aynı noktada kesiştiği o kafa karıştırıcı andaydım. Rüya mı görüyordum yok bazı anılarım mı canlanıyordu, anlayamamıştım. Karanlık bir odadaydım. Kapalı kapanın altından loş bir ışık içeri sızıyordu. Yere düşüp kırılan eşyaların sesi kulağıma ilişiyordu. Bağıran bir adamın sesi ve onun sesiyle ölesiye ağlayan bir bebeğin çığlıkları birbirine karışıyordu. Ruhum daralırken etrafıma bakıyordum. Bir anının içinde miydim, yoksa kötü bir rüya mıydı?
Bu iç bunaltıcı andan kurtulmak isterken, açılıp kapanan bir kapı sesi benim irkilerek uyanmama sebep oldu.
Elindeki poşetleri arka koltuklara koymaya çalışan Bayram, göz ucuyla bana bakmaya çalıştı. "Uyandırdım mı?" diye sordu.
Doğrulurken başımı salladım. "Yok, uyumamıştım." Uzun zamandır konuşmadığım için sesim güçsüz çıkmıştı. Kuruyan boğazımı temizledim.
"Gidelim o zaman." Dedi arabayı çalıştırırken. Gördüğüm kötü kâbusun ardından uykum tamamen kaçmıştı. Boş gözlerle arabanın farlarının aydınlattığı yola bakıyordum. O sırada Bayram'ın da bana bir şeyler anlattığını seçer oldum ama onu dinleyemedim. Odağım tamamen kapanmıştı. Araba evimizin önünde durduğunda sönen farlarla birlikte kendime gelebildim.
"Geldik." Dedi kısaca. "Eşyaları ben alırım, sen eve çık. Yorgun görünüyorsun."
Minnettar bir şekilde ona gülümsedim. Çölde hareket etmek, saatlerce güneşin altında beklemek beni çok yormuştu. Bütün enerjimi çekip almıştı. Yarın da uzun bir gün olacaktı. Bu yüzden bir an önce yatağıma girip güzel bir uyku çekmek istiyordum. Arabadan inip apartmana yöneldim. Birkaç meraklı gözün perdenin ardından bizi izlediğini fark ederken, hafif gülümseyerek içeri girdim. Merdivenleri tırmanıp evimin önüne geldiğimde kapıyı anahtarla yavaşça açtım. Kapı sessizce açıldığında loş ışık içeriyi örümcek ağı gibi sarmıştı. İçeri adım attığım an içgüdülerim devredeydi. Yıllardır burada çalışsak da bir gün ifşa olabilirdik. Bu yüzden asla işimizi şansa bırakmıyorduk. Eve her girdiğimizde, büyük bir titizlikle her yeri kontrol ettikten sonra rahat bir nefes alabiliyorduk.
Bayram ve ben, Fas'ta öğretmenlik yapıyorduk. Ben Türkçe öğretimi yaparken, Bayram fen bilgisi dersine giriyordu. Dikkat çekmemek için evli rolü yapıyorduk. Yıllardır birlikte çalıştığımız için oldukça yakındık. İnsanların birbirlerinin hayatını merak ettiği bu coğrafyada bekar olarak görevimizi yerini getirmemiz bizim için zor görünüyordu. Evlilik görevimizi perdelemek noktasında işimize oldukça yaradı. Fakat bu sefer de yeni bir problem doğdu. "Çocuğunuz neden yok?" Yine de bu sorunun cevabını vermek bizim için daha rahattı. "Olmuyor." Bu yanıt üzerimizdeki gözleri atmamıza oldukça yardımcı olmuştu. İşte yaklaşık dört yılımız, bu şekilde geçip gitmişti.
Bayram elinde poşetlerle evden içeri girip kapıyı ardından kapattı. Elindeki poşetleri mutfağa götürürken ben de duş almak üzerek banyoya girdim.
Üzerimdeki kirli kıyafetleri çıkarırken bütün vücudumun ağrıdığını hissediyordum. Sanırım artık yaşlanmaya başlamıştım. Bu yoğun tempolu hayatı bedenim kaldırmıyordu. Yapmak istediğim çok şey vardı oysaki. Aynanın karşısına geçip morluklarla dolu vücuduma baktım. Görevler sırasında ufak yaralar almadan kurtulmak imkansızdı. Aldığım darbeler sonucu vücudumun birçok yerinde küçük-büyük pek çok morluk vardı. Kimisi iyileşmeye yüz tutmuştu, kimisi ise henüz çok yeniydi.
İç çekip küvete sıcak su doldurup içine girdim ve günün yorgunluğunu üzerimden atmaya çalıştım. Sıcak suda bedenim gevşedi, zihnimi toparlayabildim. Günün bu vakitleri bana ilaç gibi geliyordu. İyice yıkanıp temizlendikten sonra üzerime havlumu sarıp küvetten çıktım. Hızla üstümü giyindikten sonra başıma havlu sarıp banyodan çıktım.
Ben yıkanırken Bayram hızlıca makarna yapıp masayı kurmaya başlamıştı bile.
"Seninle evlenirken iyi bir koca olacağını biliyordum." Diye bir şaka yaptım. Bayram gülmeden edemedi.
"Tabii kızım, ne sandın?"
Ben de gülümseyip salondaki koltuğun üstüne attım kendimi. Saçlarımı havluyla kurutmaya çalışırken kumandaya uzandım. Evdeki televizyonumuz siyah tüplü bir televizyondu. Görüntü kalitesi pek iyi olmasa da haberleri takip etme noktasında işimizi görüyordu. Zaten oturup saatlerce televizyon izleyecek vaktimiz olmuyordu.
Güç tuşuna basıp televizyonu açtım. Ekranda bir son dakika haberi vardı. "Şok Gelişme: Başbakan Hayatını Kaybetti"
Yerimde doğrulup habere kilitlendim. Kalbim hızla çarpmaya başlarken endişenin damarlarımda gezdiğini hissedebiliyordum. Boğazım aniden düğümlendi. Gözlerim gördüklerine, kulaklarım duyduklarına inanamıyordu.
"Sesini açsana." Dedi Bayram mutfaktan hızla gelirken. Söylediklerine tepki veremedim. Ekrana kilitlenmiştim. Elim ayağım tutmuyordu. Açıkçası o an ne düşündüğümü de bilmiyordum.
"Başbakan, bu sabah geçirdiği ameliyat sırasında yaşamını yitirdi. Operasyonu yürüten kalp cerrahı Prof. Dr. Murat Özkan, ani gelişen komplikasyonlara müdahale ettiklerini ancak tüm çabalara rağmen Başbakan'ın kurtarılamadığını açıkladı.
Ancak kısa süre içinde, Özkan'ın protokole uygun davranmadığı, gerekli ekipmanları eksik bıraktığı ve ameliyata yetersiz hazırlıkla girdiği iddiaları ortaya atıldı. Giderek artan kamuoyu baskısı üzerine, Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Prof. Dr. Murat Özkan gözaltına alındı. Aynı operasyonda görev alan üç sağlık çalışanının da ifadelerine başvurulduğu bildirildi.
Olayın ardından Başbakanlık, ölümün yalnızca tıbbi bir hata olarak görülemeyeceğini, sürecin titizlikle inceleneceğini duyurdu."
Ekranda ameliyatı yapan doktorun ve başbakanın fotoğrafları yan yana verilmişti. Kalbim sıkışmaya başlıyordu. Ciğerlerim nefes almayı reddederken gözlerimin karardığını hissettim. İçime dolan bu korku, bütün vücudumu etkisi altına almıştı.
Ameliyatı yapan doktor, benim babamdı.