Cherreads

Chapter 8 - 8

Nehre vardıklarında, gökyüzü koyu bir laciverte bürünmüş, ay ışığı suyun yüzeyinde titreşerek dalgalanıyordu. Ormanda yankılanan hayvan sesleri gecenin huzursuzluğunu artırıyordu. Şempanzeler çoktan işlerini bitirmiş, arkalarında karışık bir kamp alanı bırakarak ortadan kaybolmuşlardı. Kırılmış dallar ve ayak izleri, buradan aceleyle ayrıldıklarının en açık göstergesiydi.

Kaelen diz çöküp ellerini suya daldırdı. Soğuk su, parmaklarının arasından kayarken içindeki yorgunluğu bir nebze de olsa dindiriyordu. Başını kaldırıp derin bir nefes aldı, ardından kana kana su içmeye başladı.

"Ağh... Bunun için oldukça uzun süre bekledim," dedi Kaelen, boğazını ferahlatan suyun etkisiyle gözlerini kısarak.

Liam, birkaç adım geride, onun bu rahat tavrını izliyordu. Planı tek kişilikti; kimseye güvenmemesi gerekiyordu. Ancak şimdi, bulunduğu bu beklenmedik durumda, içindeki huzursuzluk giderek artıyordu. Kaelen'de bir şeyler vardı... Ona dair açıklayamadığı ama içgüdüsel olarak sezdiği bir tehdit hissi.

Nedense bu çocuk tehlikeliydi. Hem de inanılmaz derecede. Liam, sınavı geçmek istiyorsa onun düşmanı olmadığına emin olmalıydı.

Kendi kendine mırıldandı: "Söylediklerin yalan değildi demek."

Kaelen, Liam'ın gözlerini üzerine diktiğini fark etti. Yavaşça başını çevirdi ve ona baktı. Gözleri, alevin içinde parlayan kızıl taşlar gibiydi. Soğukkanlı ve keskin.

"Hey, orada dikilip duracağına şu etten biraz al. Şempanzeler yeterince gürültü yaptı. Yakında diğer büyücüler de buraya toplanmaya başlar."

Liam, Kaelen'in alışılmadık şekilde rahat tavrını anlamaya çalışıyordu. Gerçekten merak ettiği birkaç şey vardı. Onu neden hayatta bırakmıştı? Ve en önemlisi, onun yanında bu kadar savunmasız davranmasının sebebi neydi?

"Beni bir tehdit olarak görmüyor mu?" diye düşündü, kaşlarını hafifçe çatarak.

Ama düşüncelerini bir kenara bırakmalıydı. Şu an hayatta kalmak daha önemliydi.

Kaelen, etrafı dikkatlice inceliyordu. Ağaç gövdelerindeki yanık izleri ve kurumuş kan lekeleri, burada yaşanan çatışmanın izlerini taşıyordu. Ancak ortada hiçbir ceset yoktu. Yalnızca kaybolan ruhların bıraktığı soğuk bir sessizlik hâkimdi.

Kaelen duraksadı. İçinden homurdanarak, "Bu çocukların kullandığı bıçaklar da yok olmuş demek ki," diye söylendi.

Ellerini saçlarının arasından geçirerek iç çekti. "Hadi gidelim. Burada daha fazla bir şey yok."

Liam, büyük bir pişmiş et parçasını dikkatlice yaprakların arasına sararken Kaelen sessizce yanında dikiliyordu. Yüzündeki düşünceli ifade, zihninde dönen karmaşık hesapların bir yansımasıydı. Ardından kendi kendine mırıldandı:

"O lanet cadı... Ellerimizi kirletmemizi istiyor. Başkalarının eşyalarını alıp sınavı tamamlamamızı değil."

Liam, Kaelen'in bir anlığına tamamen kendini unutarak konuştuğunu fark etti. Ama bu 'lanet cadı' kimdi? Aklında birkaç tahmin vardı, ancak hangi aklı başında biri usta bir büyücüye bu kadar açık bir şekilde hakaret edebilirdi ki?

Liam, gözlerini Kaelen'e çevirdi. Siyah saçları geceyle bütünleşiyor, kızıl gözleri ise karanlıkta adeta alev gibi parlıyordu. Normalde büyücülerin auralarını hissedebilirdi, özellikle de "Kai" formundayken duyuları keskinleşirdi. Ancak Kaelen, onun tüm bildiklerini altüst eden bir istisnaydı. Bu çocuk nasıl olur da onun arkasına hiç ses çıkarmadan geçebilmişti?

Bu sorunun cevabını bilmek istemediğini fark etti. En azından şimdilik.

"Nereye gideceğiz?" diye sordu Kaelen, Liam'a bakarak.

Liam, gözlerini kırpıştırarak şaşkınlıkla başını kaldırdı. "Neden bana soruyorsun?"

Kaelen gözlerini devirdi. "Senin gibi bir büyücü çoktan güvenli bir yer ayarlamıştır da ondan. Ayrıca yoruldum ve uykum var. Bu ağacın tepesinde uyuyup böceklerin beni rahatsız etmesini istemiyorum."

Liam derin bir nefes aldı. Kaelen'in bu kadar umursamaz tavırları onu şaşırtıyordu. Normalde bu tarz ilişkilerde bir taraf diğerini sömürürdü. Ama burada Kaelen, onu bir araç gibi kullanmaktan çok, ortak olarak görüyordu. Ya da en azından şimdilik öyle görünüyordu.

"Evet, bir sığınağım var," dedi Liam, tereddütle. "Ama tek değilim. Birisi daha var."

Kaelen hafifçe başını salladı. "Tamam, bu daha iyi. Ben uyurken nöbet tutacak iki kişi olur."

Liam, Kaelen'in rahat tavrını anlamaya çalışırken bir kez daha ona baktı. Bu çocuk gerçekten kimdi? Nereden geliyordu? Ve neden bu kadar tehlikeli hissettiriyordu?

Kaelen gerindi ve kaslarını esneterek nehrin karşı kıyısına doğru yürümeye başladı. Gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Koyu bulutlar, ay ışığını perdeliyordu. Uzun gece daha yeni başlıyordu...

Liam, Kaelen'in önünde yürümeye başladı ve onu şu ana kadar gizlendikleri yere doğru götürdü. Ormanın karanlığına adım attıklarında, Kaelen de "Kai" formunu aktif tutmaya devam etti. Liam, Kaelen'in yaptığını yapmaya karar vererek kendi "Kai" formunu açtı. Bu sayede ormanın içinde, çevrelerindeki doğayla neredeyse bir olmuş bir şekilde ilerlemeye başladılar.

Birkaç dakikalık sessiz yürüyüşten sonra Kaelen merakla sordu:

"Gök yemişlerinin varlığını nasıl biliyordun?"

Liam, arkasında bir ürperti hissetti. Kaelen'in sesi karanlığın içinden yankılanıyordu. O anda fark etti ki Kaelen'in varlığı bile ona baskı yapıyordu. Yine de soruyu açık bir şekilde cevapladı.

"Geldiğim yerde pek çok bozunmuş canavar olur. Ailemin bana öğrettiği ilk şey asla ama asla onların bölgesinden yiyecek çalmamak oldu."

Kaelen, duyduğu yanıtı bir an düşündü ve başını salladı.

"Ailen bilgiliymiş. Bozunmuş canavarların çok olduğu bir yer... Burası Afrika'da mı?"

Liam hemen cevapladı:

"Evet, efendim."

"O kıtada birçok çürümüş canavar var. Peki nasıl oldu da Eldorian'a gelebildin? Dünyanın bir ucundan diğer ucuna gelmek zor olmalı."

Liam iç çekti. "Açıkçası Konsey bu konuda yardımcı oldu. Köyümüzde birçok güçlü kişi var ve onların referansı beni buraya getirdi."

Kaelen, Liam'ı baştan aşağı süzdü. "Hmm. Demek bu şekilde oldu. Soyadın var mı?"

Liam hafifçe gülümsedi. "Liam Carter."

Kaelen, gece karanlığında görülmeyen bir gülümsemeyle içinden düşündü. "Bu çoğu şeyi açıklıyor. Carter ailesi demek... Bu çocuğun o aileden olduğunu düşünmek ilginç. Peki ya ben neden önceki hayatımda onu tanımıyordum? Akademiye giremedi mi?"

Aralarındaki sessizlik kısa sürdü. Liam biraz çekinerek sordu:

"Nasıl oldu da senin gelişini hissedemedim?"

Kaelen, aniden Liam'ın kulağının dibine yaklaşarak fısıldadı:

"Nasıl, böyle mi?"

Liam refleksle yerinde sıçradı. "Ağh...!"

Kaelen, kahkahasını zor bastırdı. "Peki, tamam. Özür dilerim. Sana açıklayacağım."

Liam dikkat kesildi.

"Senin gibi ben de 'Kai' kullandım, ancak uygulayış biçimlerimiz biraz farklıydı. Sen kendini ortamdan izole etmek için kullandın, ben ise ortamla bir olmak için. Kalp atışlarımızı bile birbirine eşitledim. Benden sana koku gitmemesi için rüzgarı önüme aldım. Ayrıca sen önündeki sahneye çok odaklanmıştın. Bütün bu faktörler birleşince beni fark etmemen oldukça normal."

Liam, Kaelen'in söylediklerini hazmetmeye çalışıyordu. "Kai"yi bu kadar ustalıkla kullanan biriyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Üstelik aynı yaşlardaydılar.

Liam yürüyüşünü biraz yavaşlattı. Bu konuşma sırasında oldukça fazla bilgi öğrenmişti, ama hâlâ Kaelen'in amacı hakkında net bir fikri yoktu.

Bu sırada Kaelen, çevresini inceleyerek volkanik dağın yamacındaki mağaralardan birinin girişine geldiklerini fark etti. Hemen merakla sordu:

"Burası mı?"

Liam başını salladı. "Evet."

Kaelen, mağaranın doğal bir şekilde korunduğunu gördü. Normal şartlarda burayı şans eseri bulan bir büyücü bile içeri girmeye cesaret edemezdi. Çünkü hatırladığı kadarıyla bu bölgedeki en güçlü canavarlar mağaralarda yaşıyordu. Liam'ın hangi bilgiyle burayı sığınak olarak seçtiğini merak ediyordu, ancak bunu sonra sormaya karar verdi.

Liam, Kaelen'in tereddüt ettiğini fark etti ve önden içeri girdi. Girişte, dar koridorlar doğal bir koruma sağlıyordu. Büyük mana canavarlarının buraya girememesi bir avantajdı. İçeri girdiklerinde tünel daralmaya başladı ve sonunda Kaelen bile zor sığacak kadar küçük bir geçitten geçtiler. Geçitten çıktıktan sonra, onları yaklaşık 20 metrekarelik geniş bir mağara odası karşıladı.

Kaelen şaşkınlığını gizleyemedi. Önceki hayatında, sık sık soğuk ağaç köklerinde uyumuştu ve bu kadar güvenli bir sığınakta hiç konaklamamıştı. Onun yaşındaki büyücülerin böyle yerlerde mi yaşadığını merak etti.

Fakat o anda Kaelen'in dikkatini çeken başka bir şey oldu.

Karanlığın içinde, duvar kenarında oturan biri vardı.

Siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Kısa boyluydu ama varlığında bir ağırlık hissediliyordu. Oniks renkli gözleri sanki Kaelen'in içini görüyormuş gibi ona bakıyordu.

Kaelen bir an için o gözlerde tuhaf bir şey hissetti. Kızın bakışı sanki zihnine nüfuz ediyordu. İçgüdüsel olarak temkinli bir tavır takındı.

Mağaranın bir köşesinde yerde çalılardan yapılmış üç yatak duruyordu. Kaelen bunları görünce hafifçe gülümsedi.

Ardından, doğrudan kızın gözlerine bakarak sordu:

"Sen bir kâhin misin?"

More Chapters