Cherreads

Chapter 25 - -25-

Ne Marin'e ne de Martin'e asla böyle davranmak istemedim. Ama çaresizdim, mantıklı düşünecek durumda da değildim. Geceleri onlara çok çalıştığımı, ilaç formülleriyle uğraştığımı söyleyerek yalan söylüyordum. Aslında hepsi Alark'ın çetesi için hazırladığım birer zehirdi. 

Sabahları işe gidip insanlara onları iyileştirecek ilaçları verirken geceleri insanları zehirleyen ve bilgi için tehdit eden biriydim. Kendimi onlara layık görmüyordum. Dürüst değildim, kendi sebeplerimden ve bozuk psikolojimden dolayı onları kendimden uzak tutmaya çalıştım.

Benim derdim kendimleydi, onlarla değil. Affedemediğim kişi kendimdi.

Yine de hiçbir zaman onları tamamen ihmal etmeye dayanamadım, içten içe onlara karşı bir sorumluluk duygusu içindeydim. Bu yüzden evin temizliğini ihmal etmedim ve her zaman onlara yemek pişirdim. 

Bir gün kristali bulup yok ettiğimizde, amacımıza ulaşıp Alark'ın büyüsünden kurtulduğumda onlara her şeyi anlatacaktım ve yine eskisi gibi içim rahat bir şekilde onlara yaklaşabilecektim. Yüzlerine bakarken suçluluk duymayacak, her şeyi bildikleri için onların yanında rahat olabilecektim. 

Beni affetmemeleri de bir seçenekti, ama şu an bunu düşünmek istemiyordum. Sadece beni affedecekleri ve anlayacakları umuduna tutunuyordum.

O gün Lina bana neden kardeşlerimle ilgilenmediğimi sorduğunda agresif bir şekilde yanıt vermiştim çünkü içimde çözemediğim bu problemi bana hatırlatmıştı. Canımı en çok yakan şeyi hatırlatmıştı. Ona nasıl sert yanıt verdiğimi fark ettiğimdeyse oldukça kötü hissettim. Onu üzmek istememiştim. Ama bana karşı o kadar ilgisiz davranırken ona bunları nasıl söyleyebilirdim?

Yine de dediklerini düşündüm. Beni o kadar etkilemişti ki az kalsın Marin'e her şeyi itiraf edecektim. Ancak başımın belaya girmesinden korktum, Alark'ın bir şeyleri itiraf ettiğimi hissetmesinden korktum. Sonuç olarak söyleyemedim. 

Ah Lina… Nedense tek bir lafınla kendimi kaybetmeye ve hiçbir şeyi umursamamaya hazırdım. Bende yarattığın bu etkinin ne olduğunu bilmiyordum. Sana karşı daha önce bu kadar ilgili değildim. Sen sadece Martin'in sınıf arkadaşıydın. Daha üniversitede ikinci sınıfa gidiyorken eve gelip giderdin, Martin'le birlikte prova yapardınız. Hatta sizi bir dönem sevgili sandığım bile olmuştu. 

Bu tarz konularda pek bir tecrübem yoktu. Lisede ve ortaokulda hoşlanan birkaç kız olmuştu ancak onların duygularına karşılık vermemiştim. Yan yana olan her erkekle kızı çıkıyor zannetme gibi bir saflığım vardı.

Bir gün Martin'e soruvermiştim:

"Martin, Lina ile çıkıyor musunuz?"

"NEEEEE!?" diye bağırdı Martin. "Erkeklerle çıkmıyorum ben."

"Nasıl, Lina erkek mi?"

Martin gülmeye başladı, benimle dalga geçiyordu!

"Sen bu zekayla eczacılığı nasıl kazandın abi? Lina kız, sadece benim gözümde erkek. Niye soruyorsun, sevgili gibi mi görünüyoruz?"

Ne kadar aptalca bir şey söylediğimi o anda fark etmiştim.

"Dalga geçmeyi bırak, siktir git!"

"Hahah, sen de fark ettin ama ne kadar aptalca bir soru sorduğunu."

Neden böyle bir soru sormuştum ki? Sonuç olarak benimle dalga geçecekti. Hem Lina'nın erkek olup olmadığını sormak daha da saçmaydı.

O sorduğum sorudan sonra Lina ve Martin'in ilişkisine farklı gözle bakmaya başladım. Gerçekten de daha arkadaşça davranıyorlardı. Gelip gittiği süre boyunca onunla pek fazla konuşmadım ama bir gün onu evine bırakmam gerekti. Hava kararmıştı, Martin ve Marin de işleri olduğu için Lina'ya eşlik edememişti. Sonuç olarak tek başıma onu bırakacaktım.

"Ş-şey… ben hemen anneannemi ararım. Bana şoför gönderir alması için-" dedi Lina ama ben dinlemedim.

"Sıkıntı yok. Zahmet etmesinler, ben bırakırım."

Arabaya bindik. Lina ön koltuk yerine arkaya oturmayı tercih etti. Tavırlarına bakıp "Benden korkuyor mu acaba?" diye içimden geçirmeden edemedim.

Bir süre yolda sessizce arabayı sürdüm, ne ona bir şey sorabildim ne de sohbet başlatabildim. O da sesini çıkarmadı zaten. Ama yolun yarısında bir anda hızlı nefes alış verişlerini duydum. Bu nefes alış verişler yavaş yavaş panik atağa dönüştü. 

Paniklemiştim: "Lina, iyi misin?"

Hemen arabayı sağa çektim. Çığlık attı: "Gelme, gelme, gelme, lütfen gelme, istemiyorum." 

Gerçekten de benden korkuyordu. Ama ben de korkmuştum ve ne yapacağımı bilmiyordum, bu yüzden dediğini yapıp yanına yaklaşmadım. Uzaktan seslendim:

"Tamam, sakin ol! Bak, gelmiyorum ve sen söylemeden bir adım bile atmayacağım."

"Gelme!" 

"Tamam, sana zarar vermeyeceğim, lütfen sakin ol! Su var mı yanında?"

Ama Lina sakinleşmiyordu. En son dayanamadım, ona yaklaştım ve çantamdan su çıkarıp ona uzattım.

"Su iç, sakin ol. Her şey yolunda. Evine gideceksin, tamam mı?"

Lina suyu hiç düşünmeden aldı ve içti. Hala titriyor olmasına rağmen biraz sakinleşmişti.

"Bunu sık yaşar mısın? Panik atak için herhangi bir ilacın var mı?"

Lina bana şok olmuş bir şekilde bakıyordu. Onu anlamıyordum ama o sırada önemli olan bu değildi.

"B-bazen yaşarım." dedi dudaklarını aralayıp. "İlacım var."

"Tamam, yanında mı?"

Lina "hayır" anlamında başını iki yana salladı. 

Bir süre ona sakinleşmesi için zaman tanıdım. Hala arabanın içinde oturuyordu, bense dışarıda diz çökmüş bir vaziyette ondan bir yanıt bekliyordum.

Sonunda yanıt verdi:

"Üzgünüm. Panik yaptım."

"Sorun yok. Yalnız başına, tanımadığın bir erkekle yolculuk yapmak seni germiş olmalı. Kadınların başına çok kötü şeyler geliyor sonuçta. Ama inan bana ben öyle biri değilim. Sana asla kötü bir şey yapmam."

Umutsuzca onu ikna etmeye çalışıyordum. Onu bu kadar paniklettiren şeyin ben olduğunu bile bilmiyordum, yine de öyle hissediyordum.

"Biliyorum. Seninle bir alakası yok. Kusura bakma."

"Biraz hava almak ister misin?"

Lina başını salladı. İnmek için yardıma ihtiyacı vardı, hala titriyordu.

"Yardım etmemi ister misin?"

Ama o, Lina'ydı. Bunu kabul etmezdi. 

"Gerek yok." 

Arabadan kendi indi, yolun kenarına oturup dağları seyretmeye başladık.

"Eğer bir sıkıntın varsa anlatabilirsin. Kimseye söylemem, Martin'e bile."

Lina acı acı gülümsedi: "Anlatamam. Ama bu teklifin için teşekkür ederim."

Bir süre sessizlik oldu, ardından sordum:

"Elektro gitar dışında çaldığın bir enstrüman var mı?"

Aklımca onu rahatlatmaya çalışıyordum. Başarılı da oldum, hemen ilgilendi.

"Yan flüt, akustik gitar, pipa, guzheng ve arp. Belirli bir seviyeye kadar piyano da çalabilirim."

"Bu kadar şeyi çalabilir misin gerçekten!?"

Öyle şaşırmıştım ki bağırdığımın farkına sonradan varmıştım.

"Hepsini tam anlamıyla çalamıyorum ama uzmanlaştıklarım var elbet. Küçüklükten beri eğitim alıyorum bu konuda."

"Bu konuda bir meslek düşündün mü?"

Hafif kararsız bir ses tonuyla yanıtladı:

"Hayır. Askeri okul okumak istiyorum."

"Hımm."

Bir sessizlik daha oldu.

"Daha iyi misin şimdi?"

"Hıhı."

"Çok az bir yolumuz kaldı, istersen gidelim yavaştan."

"Olur."

Lina'yla arabaya bindik ve navigasyon yardımıyla onu evine kadar bıraktım.

Evi oldukça lüks görünüyordu, büyük bir kapı vardı ve kapının yanında bir güvenlik kulübesi vardı. Lina arabadan indi, ben hala arabada bekleyince bana döndü:

"Bahçeyi görmek ister misin?"

Bu beklenmedik soruyu tereddüt ederek yanıtladım: "Olur."

Arabadan yavaşça inip arabayı kitledim, ardından Lina güvenliğe başıyla bir jest yaptı ve güvenlik kapıları açan bir düğmeye bastı.

Kapı açıldığında oldukça görkemli bir bina bizi karşıladı. Çin mimarisini andıran bir yapıydı, duvarları beyaz ve çatıları koyu kahverengiydi. Ortadaki bina üç katlıydı ve yanlarında iki katlı iki bina daha vardı. Bu üç binanın ortasında küçük bir süs havuzu vardı, havuzun içinde ise lotus çiçekleri vardı.

Ben büyülenmiş bir şekilde evi inceliyordum, Lina ise bahçede yürümeye devam ediyordu. En son süs havuzunun olduğu yere eğildi. Ben de onun yanına geldim.

"Gerçek lotus mu?"

"Evet. Bakımı zor olmasına rağmen anneannem lotus çiçeklerini çok sevdiği için yetiştiriyor. Bahçıvanlar yardım ediyorlar." diye yanıtladı Lina. Elini suda gezdirdi.

"Bugün için özür dilerim. Panikledin, değil mi?" dedi kendi kendine.

"Biraz, ama önemli değil."

Elini suya daldırıp lotus çiçeklerinden birini eline aldı ve gülümseyerek bana uzattı:

"Teşekkür ederim."

"Bana mı?"

Başını salladı.

"Desteğinin karşılığında verecek başka bir şeyim yok. Birkaç güne bu çiçek solacak ama o zamana kadar ona iyi bak."

Halbuki sadece onu sakinleştirmiştim. Çok da bir şey yapmamıştım, yapamamıştım hatta. Dediği gibi birkaç güne solacak bir lotus çiçeğini bana vermesi aptalca olsa da hoşuma gitti.

Karşılığında çiçeğe bakıp gülümsedim: "Teşekkür ederim."

Orta binanın kapısından annesi olduğunu düşündüğüm bir kadın seslendi: "Lina, nerede kaldın?"

"Geliyorum anne."

Lina gitmeden önce son bir kez bana baktı ve ardından önüne dönüp kapıya doğru koştu. 

Bense afallamıştım. Bir süre olduğum yerde durup elimdeki çiçeğe baktım, ardından kıkırdadım.

"Garip arkadaşların var, Martin." dedim kendi kendime.

O günden sonra Lina'nın verdiği lotus çiçeğini seramda güzel bir köşeye koydum. Birkaç güne soldu, ama onun yerine içimde yeni bir şey yeşerdi.

More Chapters