Cherreads

Hidden Light

Ecenur_Güngör
10
Completed
--
NOT RATINGS
117
Views
VIEW MORE

Chapter 1 - -1-

1.Bölüm

"Bundan sonra Lichterya Feloria Üniversitesi öğrencileri Belmare Elysium ile değişim programımız dahilinde bir arada okuyacaklar. Üniversitemiz barış için bir adım atacaktır."

Eh, bu beklenen bir şeydi. Rektörün sözleri öğrencileri pek şaşırtmamıştı. Geçenlerde birçok konuşma yapmıştı ve barış için adım atacağına dair birkaç söz söylemişti. Ayrıca sık sık Belmare ve Lichterya'nın dost olması gerektiğini, eskiden de böyle olduğumuzu, iki tarafın da mağdur olduğunu bizlere sık sık hatırlatmıştı.

Buna rağmen, rektörin konuşmasından sonra tek bir alkış bile olmadı. Buradan bu fikrin desteklenip desteklenmediğini anlamıyordum. İnsanların bir kısmı birden bağırmaya başladı.

"Bu kabul edilemez!"

"Belmare ile okumak mı? Başından beri bunu mu planlıyordunuz?"

"Ülkemizi bombalayan insanlarla aynı çatı altında okumam ben."

Ancak çok uzun sürmedi. Rektör sert bir şekilde çıkıştı.

"Karar verilmiştir. Ön yargılarınızı bir kenara bırakın. Bu deneyim size çok şey öğretecek. Düşman dediğiniz kişilerle ne kadar çok ortak noktanızın olduğunu fark edeceksiniz." 

"Bizim ortak noktamız falan olamaz."

"Size akademik eğitim dışında bir eğitim daha veriyorum. Hiçbir üniversitede bu eğitimi alamazsınız. Sınavı zor, ama geçeceğinizden şüphem yok. Başarılar."

Rektör mikrofonu kürsüye bıraktı ve gitti. Ortamda önce kısa bir sessizlik oluştu, sonra bir gürültü koptu.

İnsanlar aralarında tartışıyorlardı.

"Off, ne gürültü ama!" dedim. "Zaten belliydi böyle olacağı, daha neden tartışıyorlar?"

Yerimden kalktım ve salondan çıkmakta olan kalabalığa karıştım.

Bir kısım ise hâlâ salondaydı. 

***

Okulun kafelerinden birine gittim ve kendime çay söyledim. Bugün dönemin son günüydü, tüm finaller ve dersler bitmişti, ama benim için fark etmiyordu.

Nasıl olsa lojmanlarda kalıyordum. Gidip yanında kalacağım bir ailem yoktu. 

Yalnızlığa da alışmıştım zaten. Ailem ve arkadaşlarımın hepsini savaşta kaybetmiştim. 

Annem ve babam askerlerdi, ben de onların izinden gidiyordum yani askeri bilimlerde okuyordum.

Ama ikisi de şehit düştüler, ben de savaşın ortasında kaçırıldım.

İşin komiği, beni kaçıranlar Belmarelılar değildi, savaşı fırsat bilen Lichteryalı bir deney grubuydu. Bu yüzden hangi milletten daha çok nefret edeceğimi bilmiyordum.

Sadece beni değil, aynı semtte oturduğum arkadaşlarımı da kaçırmışlardı. Hepsiyle çok yakındım, çocukluktan beri arkadaştım.

Hepimizin üzerinde insanlık dışı deneyler yaptılar, ama bu daha çok işkence sayılırdı. Sürekli vücudumuzun bir yerlerini kestiler, iğneler batırdılar ve çoğu zaman bizi baygın tuttular. Aşırı narkozu kaldıramayan bazı arkadaşlarım orada hayatını kaybetti, bazıları çektiği ağrılardan ve acılardan dolayı aklını kaybetti, bazıları da işkenceyi kaldıramayıp hayatını kaybetti. Ama bir tane yakın arkadaşımın özel gücünün olmadığını öğrendiklerinde ona güç aktarmak için türlü deneyler yaptılar. Başarısız olduklarında da onu yaralı, kemikleri kırık bir haldeyken dışarı attılar. Ona sonrasında ne olduğunu bilmiyorum.

Bütün bunlara şahit oldum çünkü bazen narkozu kesip bizi hava almaya çıkarırlardı ve önümüze yemek koyarlardı. Bunu yapmalarının sebebini bilmiyordum, o kadar insanlık dışı muameleden sonra sırf teselli olalım diye mi böyle bir uygulama vardı, bilmiyorum. Saçmalıktı, ama o zaman arkadaşlarımla bunları konuşma fırsatım olurdu. 

Hepsi bir an önce bu lanet ortamdan kurtulacağı günü bekliyordu.

Umut onları ayakta tutuyordu.

Ama ben hariç hiçbiri sağlam kalamadı. 

Ben de sağlam kalamamıştım, hatta kör olma noktasına gelmiştim, gözlerim üzerinde çok deney yapıyorlardı. Ama bir gün deney merkezine baskın gerçekleştirildi. O gün tüm herkes kurtarıldı ve hastaneye kaldırıldı. Ben doğru düzgün bir şey göremesem de seslerden neler olduğunu anlayabiliyordum.

Gözümü hastanede açtım, deney merkezinden farklı bir yerde. Bu benim için bir rüya gibiydi. 

Yanımda da uzun saçları olan bir kadın oturuyordu. Hâlâ çok net göremiyordum ama belli ki daha iyi görebilmem için gözlerime birkaç işlem yapılmıştı. Renkleri çok iyi göremesem de azından nesneleri ayırt edebiliyordum.

Ben uyanınca gülümsedi: "Merhaba. Güvendesin, merak etme."

"Deney merkezi değil burası..." deyiverdim sadece.

"Evet, değil. Artık korkmana gerek yok."

Sesi şefkatliydi ve yumuşacıktı. Bana annemi hatırlatıyordu.

"Değilim... orada değilim." dedim sesim titreyerek. 

Gözlerimden yaşlar aktı ama umrumda olmadı. Oradan kurtulduğum için çok mutluydum, bu yüzden bunlar mutluluk ve rahatlama gözyaşlarıydı.

"Acı çekmeyeceğim, değil mi? Bu bir rüya değil, değil mi?"

"Hayır, değil." dedi kadın. O sırada doktor geldi.

"Ah, uyanmışsınız. Çok geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim."

"Dawn hanıma birkaç kontrol yapacağız."

"Ben dışarı çıkayım mı?"

"Şart değil, hasta istiyorsa burada kalabilirsiniz."

Kadın bana baktı. O sırada saçlarının ve gözlerinin açık renk olduğunu fark ettim. Ama renkleri nedir, bilmiyordum.

Bildiğim tek şey, o sırada yalnız kalmak istemiyor olmamdı.

"Kalın." dedim halsiz bir şekilde. Kadın gülümsedi: "Ne kadar kalmamı istersen kalırım, tamam mı?"

Başımı salladım.

O gün kontrolümü olduktan sonra yaklaşık 1 ay hastanede kaldım. Bu süreçte kadının adının Luceat olduğunu öğrendim. Bana sürekli yemek getirdi, kıyafet getirdi. Ona minnettardım, kim tanımadığı biri için bu kadar fedakârlık gösterirdi ki?

Çok geçmeden Luceat hanım gerçek niyetini belli etti. O zaman anladım ki bu dünyada hiçbir iyilik karşılıksız yapılmıyordu.

"Her zaman bu imkanlara sahip olabilirsin. Eğitimine güzel bir üniversitede devam edeceksin, sana bir ev vereceğim. Belirli bir maaşın da olacak, böylece geçinebileceksin. Karşılığında bana bazı kişilerden bilgi toplamanı ve hedeflerimde yardımcı olmanı istiyorum."

Güzel bir teklifti. Reddedemeyeceğimi biliyordu. Ne gidecek bir yerim ne de param vardı. Her yerim yaralı, yarı kör bir durumdaydım. Birine bağımlı olmak zorundaydım ama kimsem yoktu.

Üstelik bana gösterdiği şefkat uzun zamandır aradığım bir şeydi. Kesinlikle nasıl oynayacağını iyi biliyordu. Bir çeşit manipülasyon olsa da ben buna razıydım. Çünkü çaresizdim.

"Çok düşündün, kabul etmeyecek misin? Etmek zorunda değilsi-"

"Hayır! Ben sadece... Şaşırdım. Teklifinizi kabul ediyorum."

"Ah... Çok sevindim." dedi Luceat hanım. Garip bir şekilde gerçekten sevinmiş duruyordu, sahte değildi.

"Ama neden özellikle beni seçtiniz?"

"İki sebepten dolayı. İlki gücün. Hafıza silme özelliğine sahipmişsin, bu da demek oluyor ki istediğin bilgiyi alıp hiç açık vermeden ortamdan sıyrılabilirsin. İkinci olarak da sana sebepsizce ısındım, sende potansiyel gördüm diyebilirim."

Gücüm gerçekten de birçok kişinin isteyeceği bir güçtü. Belki o sırada beni kullandığı için ona öfkelenmeliydim ama stratejisine hayran kalmıştım. Her şeyi düşünmüştü. Üstelik bana ısındığını da söylemişti. Ne kadar doğruydu bilmiyorum ama hoşuma gitmişti.

"Anladım efendim."

"Bana Luceat abla diyebilirsin. Efendim demene gerek yok. Hem bu şekilde çok dikkat çekeriz."

"Peki, Luceat abla."

Bir süre sessizlik oldu, sonra sordu:

"Sevdiğin bir yemek var mı hiç? Sana ondan getireyim."

"Kızarmış tavuk. Uzun zamandır yemedim."

"Doktorlar şu sıralar pek yağlı şeyler yememeni söylediler, o yüzden daha az yağlı bir şey yemelisin. Ama söz, hastaneden çıktığında sana kızarmış tavuk ısmarlayacağım."

"Tamam. O zaman hiç fark etmiyor. Hastanede uygun ne varsa onu yerim." dedim gülümseyerek.

Luceat de gülümsedi: "Peki o zaman."

Söz verdiği gibi, hastaneden taburcu olduğumda beni kızarmış tavuk yapan bir fast food restoranına götürdü. 

Öyle iştahla ve hızlı yemiştim ki, Luceat hanım şaşırmıştı.

"Ah... ne çabuk yedin. Bir tane daha ister misin?"

"Hayır, size yeterince yük oluyorum. Daha fazla bir şey istemem."

"Bana bir porsiyon kızarmış tavukla mı yük olacaksın?" diye güldü Luceat hanım.

Ardından ekledi.

"Biz bir anlaşma yaptık. Benim güvenebileceğim birine ihtiyacım vardı, bu güveni bozmadığın sürece sana maddi anlamda yardımcı olacağım. Bu yüzden endişelenme."

Masadan kalkıp kasaya doğru gitti. Belli ki bir kızarmış tavuk daha sipariş edecekti.

Bense düşüncelerimle baş başa kaldım.

O günden beri Luceat hanım için bilgi topluyorum, kısaca onun ajanı sayılırım. O da bana rektörü olduğu üniversitede bir lojman ayarladı, okulun sınavına girmem için yardım etti.

İşte buradaydım, Lichteria Feloria Akademisinde. Zamanımın çoğu antrenmanla geçiyordu, beni hayata bağlayan tek şey Luceat hanıma layık bir öğrenci ve ajan olmaktı.

Arkadaş mı? İstemiyordum. Ben arkadaşlarımı uzun zaman önce kaybettim. Başka kimseyle de arkadaşlık etmeye cesaret edemezdim.

Çünkü onları da kaybetmekten korkuyordum.

Sadece arada Luceat hanımın oğlu Sarp ile görüşürdüm, o da çok sık olmazdı. Arkadaştık, ama aşırı yakın da değildik. Luceat hanıma ajanlık yaptığımı bile bilmiyordu. Zaten bu, Luceat hanım ile benim aramda bir sırdı.

Aşk ise midemi bulandırıyordu. İstemiyordum, çünkü bana göre tam bir aptallıktı. 

Genel olarak birini sevme fikri bana çok uzak geliyordu.

O yüzden, ben yalnız iyiydim.